23 Haziran 2016 Perşembe

LYS SINAVI KAPIDA

LYS SINAVI KAPIDA LYS sınavına sayılı günler kala gençler ve ailelerde telaş zirve yaptı. Öğrencilerdeki kaygı bir yana, ailelerde de sanki bir ölüm kalım savaşı izlenimi gözlerden kaçmıyor. Hal böyle olunca biz eğitimcilerin telefonları susmak bilmiyor. Gün olmuyor ki bir arkadaş, veli, tanıdık aramadan “n’olcak bu çocuğun hali” denmeden geçsin… Burdan tekrar tekrar söylediğim bir cümleyi tüm velilere iletmek istiyorum. “Sınavlar sadece birer fırsattır. Bu fırsatların telafisi vardır. Sınavlar ölüm-kalım meselesi değildir. Sadece yararlanılması gereken bir fırsattır. Bir fırsat kaçarsa başka fırsatlar onları beklemektedir. Hayatta bir kapı kapanırsa başka bir kapı mutlaka açılır.” Sevgili anne babalar çocuğunuzu kaybetmeden, daha sonra bir sürü pişmanlıklar yaşamadan çocuklarınızı sınava hazırlayın. Unutmayın ki onların en büyük destekçileri sizsiniz. Onlara sınavların kişiliğini değerlendiren bir ölçü olmadığını, kazanmak kadar kaybetmenin de hayatın bir parçası olduğunu, sınavda kaybetmenin hayatın sonu olmadığını muhakkak anlatın. Kaygılar, endişeler bulaşıcıdır. Eğer siz kaygılı iseniz, gelecek konusunda endişeli iseniz bunu çocuğunuza da yansıtırsınız. Geleceğe çok fazla yoğunlaşırsanız bugünü verimli yaşayamazsınız. Gelelim önerilere, öncelikle sürekli “çalış oğlum, çalış kızım” demekten vazgeçin. Öğrencilerimden çok sık duyduğum bir şikayeti hemen araya sıkıştırmak istiyorum: “Hocam bana ailem sürekli çalış diye hatırlatınca çalışacağım varsa bile çalışmak istemiyorum.” Bu söz bile size durumu anlatmaya yetecektir. Kendi gençliğinizi hatırlayın. Size dikte edilen, emredilen şeyleri yapmakta ne kadar istekliydiniz. Kaçınmanız gereken diğer sözler: “ Bu yıl mutlaka kazanmalısın. Şu kadar net yapmalısın. Şu kadar matematik yapmalısın. Bu gidişle sen asla kazanamazsın. Yata yata sınav kazanılmaz. Bu kafayla gidersen falancanın durumuna düşersin. Aklını başına topla…” Diğer önerim asla kıyaslama yapmayın. Sürekli eleştirmek yerine geçmişteki başarılarını takdir eden. Olumlu yanlarını hatırlayarak, çabalarını destekleyin. Bardağın dolu tarafını görmeyi siz alışkanlık haline getirirseniz bu çocuğunuza da yansıyacaktır. “ Kazanamazsan işsiz kalırsın, falanca okumak zorunda kalırsın.” gibi sözler onun işini kolaylaştırmaz. Birbirinize sevgi, saygı ve bağlılığın aile için amaç olduğunu unutmayın. Sınav başarısı uğruna aile ilişkilerini tehlikeye atmayın. Sihirli sözcüğü unutmayın… “Seni seviyoruz, hep seveceğiz.” bütün zorlukları kolaylaştıran, dayanma gücünü artıran, motive eden anahtardır. GÜLAY ALTINBAŞ

13 Şubat 2016 Cumartesi

Oyun ciddi bir iştir.

Çocuğun oyun oynamasını önemseyin. Oyunlar, çocuğa araştırma, kavrama, algılama yeteneklerini kazandırır. Uzmanlara göre doğru oyun seçimi çocuğun gelişimini olumlu yönde etkiler. Oyun, büyükler için ne kadar önemsiz görünse de çocuk için ciddi bir faaliyettir ve gelişimi açısından da büyük bir yeri vardır. Oyun, aynı zamanda çocuk için hayatı öğrenme aracıdır. “Çocuklar merak uyandıran oyunlar yoluyla keşifler yaparak doğal ortam içerisinde pek çok konuda doğrudan bilgi edinir. Anlama, uygulama, analiz, sentez, değerlendirme ve yaratıcılık becerileri gelişir. Çünkü oynanan oyunların içerisinde duyu-motor, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişim ile dil, estetik gelişimiyle ilgili birçok etkinlik söz konusudur.” Bu yüzden çocuğun oyun oynaması önemsenmeli ve bilinçli bir şekilde ne oynayacağı konusunda yardımcı olunmalı hatta beraber oynayacağınız oyunlar seçmelisiniz. Oyun, çocuk için ciddi bir faaliyet olduğundan sizin oyuna katılmanız çocuğa değer verildiği, sevildiği, umursandığı mesajını verir. Oyun kadar oyuncak seçimi de önemlidir. Örneğin; oyuncak tabancalar ne kadar zararsız gibi görünse de aslında çocuk bu oyuncak ile şiddeti öğrenir. Şiddete başvurarak her şeyi elde edeceğine inanır. Kimi anne-baba farkında olmadan sırf çocuğu istediği için bu oyuncağı alır, kimi anne-baba ise bilerek isteyerek bu oyuncağı alır ki oğlunun bu oyuncağı kullanarak güçlü olduğunu, olacağını belirtir. Çocuk, “erkek adam güçlü olur ve bu gücü de şiddet içerikli nesneler ile elde eder” mesajını alır. Oyuncaklar, çocuğun yeteneğini geliştirecek ve kişiliğine olumlu özellikler kazandıracak türden bilinçli olarak seçilmelidir. Ne kadar küçük bir ayrıntı olarak görülse de oyuncak seçimi, çocuğa ve çevresindekilere vereceği zarar ve fayda bakımından son derece önemlidir.

1 Ocak 2016 Cuma

Mimar ve mühendisliklere de baraj geldi.

Sakın geç kalmayın... Sevgili gençler, üniversite giriş sınavları için başvurular, gelecek hafta başlıyor. Her zamankinden daha zor bir maraton olacak. Çünkü, baraj, baraj üstüne geliyor. İddialı fakültelere girmek için önce barajları aşmak gerekiyor. Tıp ve Hukuk’tan sonra Mimar ve Mühendisliklere de baraj geldi.sırada hangileri var? Bu sorunun cevabı belirsiz...Yani herşeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Üniversite başvuruları 6 Ocak 2016 da başlayacak, 20 Ocak 2016 da sona erecek. Lise son sınıfta olan ya da daha önce liseyi bitiren herkes başvurabilecek. ÖSYM, önceki yıllarda olduğu gibi, çok olağanüstü bir şey olmadığı takdirde, başvuru süresini uzatmayacak, bu yüzden son güne kalmadan başvurunuzu bir an önce gerçekleştirmelisiniz. Yoksa, son birkaç gün içerisinde çok yoğun yığılma oluyor ve ciddi anlamda sıkıntı çekebilirsiniz. Başvuran aday sayısı geçen yıl iki milyonu aşmıştı. Bu yıl yine aşabilir. Ve barajlar nedeniyle, sınav maratonu bu yıl çok daha stratejik hale gelecek. Çünkü iddialı üniversiteler ve iddialı bölümler için ciddi barajlar var.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Öfkesiz Olmaz!!!

Motive Psikolojik Hizmetler'den Psikolog ve EMDR terapisti Tarık Gandur ile sohbetimizden: Öfkesiz Olunmaz, Ama Öfkeyi Doğru İfade Etmeyi Öğrenebiliriz. Tarık Gandur...Öfkesiz Olunmaz, Ama Öfkeyi Doğru İfade Etmeyi Öğrenebiliriz.Öfke ve öfke yönetimi son zamanlarda oldukça popüler bir konu. Toplum olarak daha mı öfkeli olduk, yoksa artık bu öfkemize çare aramaya mı başladık, bunu bilemiyorum. Bildiğim şey ise, öfke yönetimi dediğimiz şeyin çoğu zaman yanlış anlaşıldığı. Ne demek istediğimi anlatmadan önce öfkenin ne olduğuna kısaca değinmek istiyorum. Öfke, bir engelleme ile karşılaştığımızda, bir şey beklentilerimize uymadığında, yani kısaca tehdit olarak algıladığımız bir durumda ortaya çıkar. Vücudumuz fazlasıyla adrenalin salgılar ve bizi öfke patlamasına doğru götüren zincirleme reaksiyon başlamış olur. Bir kere o patlama anına girdikten sonra ne yaptığımızın, ne söylediğimizin çok farkında değilizdir; çünkü artık beynimizin “ilkel” tarafı kontrolü eline almıştır. Sonuç itibariyle de bağırıp çağırırız ve büyük ihtimal ile etrafımızdaki kişileri kırarız; hatta bazen&; fiziksel zarar vermek bile olasıdır. Hayatımızda engellemeler, hayal kırıklıkları vb. tehdit olarak algılayacağımız olaylar her zaman vardır ve olmaya da devam edecektir.&; İşte bu nedenle öfkesiz olunmaz. Bazen danışanlarım “bütün sinirlerimi alsalar, hiç sinirlenmesem, herşeye gülüp geçsem”; derler. Maalesef böyle bir şey mümkün değil. Aslına bakarsanız böyle bir durum sağlıklı da olmazdı. Neşe ve mutluluk nasıl hayatımızın bir parçası ise hüzün ve öfke de bizi insan yapan duygulardan. İşte bu nedenle öfkesiz olunmaz. Öfke gereklidir ve bir şekilde ifade edilmesi şarttır. Peki, ben sizin sinirlerinizi alıp sizi “öfkesiz” bir birey yapamayacaksam, bu öfke denen illeti nasıl yeneceğiz? Cevap hem başlıkta, hem de bir önceki satırımda gizli: “öfkemizi daha doğru ifade etmeyi öğrenerek”. Doğru ifadeden kastım karşınızdakine zarar vermeden, onu incitmeden ifade etmek. Bence bunun ilk adımı duygularınızı ifade etmeyi öğrenmektir. Çocukken, “sana çok kızdım” dediğimizde "anneye/babaya kızılmaz” gibi tepkiler alırdık büyüklerimizden. Oysa bir çocuğun “sana kızdım” diyebilmesi öfkenin en basit ve bir o kadar da sağlıklı ifadesidir. Bağırmak, tekmelemek, ağlamak yerine karşısındaki kişinin yaptığı davranışın onda nasıl bir duygu yarattığını söylemek. Aslına bakarsanız bu, hepimizde olan bir yetenek. Ancak zamanla duygularımızı ifade etmemenin daha iyi olacağını öğreniyoruz bazen. Oysa ifade edilmeyen duygu birikir, biriktikçe büyür ve sonunda da kaçınılmaz olarak patlar. Oysa, bir duruma öfkelendiğimizde bizi öfkelendiren davranışı ve öfke duygumuzu bir çocuk gibi yalın bir şekilde ifade etsek, beklemeden biriktirmeden konuşsak ve çözümlesek, öfke patlamalarının önüne geçmiş oluruz. İşte, öfke yönetimi dediğimiz şeyin temelinde bu vardır

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Disleksiden korkmayın! Çocuğunuz üstün zekalı olabilir.

Psikolog Dr. Derya Bayram TRT Kent Radyo'da Disleksi konusunda ayrıntılı bilgiler verdi. İzmir'de Eğitim Dinamikleri'nin konuğu olan Bayram 'a çok teşekkür ediyorum... Disleksi; bireyin zekası normal ya da normalin üstünde olmasına rağmen yaşına, zekasına ve verilen eğitim düzeyine göre yeterince öğrenememesi olarak tanımlanmaktadır. Disleksi; en yaygın görülen öğrenme güçlüğü tipidir. Okuma bozukluğu ile karakterizedir. Diğer öğrenme güçlükleri yazı alanındaki güçlüklerle karakterize disgrafi ve matematik alanındaki güçlüklerle karakterize diskalkulidir. Disleksi yüksek oranda disgrafi ve diskalkuli ile birlikte görülür. Dislektik bireyler dinleme, konuşma, akıl yürütme, okuma, yazma, matematik yeteneklerinin kazanılması ve bilginin kullanılmasında güçlük yaşarlar. Disleksinin nedenlerini bulmak için pek çok bilimsel çalışma yapılmıştır ve halen yapılmaktadır. Bu çalışmaların sonucunda disleksinin tek bir nedene bağlı oluşmadığı, çeşitli genetik ve çevresel etkenlerle oluştuğu ortaya konmuştur. Yine bu çalışmalarda dislektik bireylerin beyinlerinin yapısal ve işlevsel olarak dislektik olmayan bireylerinkinden farklılıkları olduğu saptanmıştır. Disleksi doğuştan gelen yapısal bir durum olduğundan yaşamın ilk yıllarından itibaren belirtilerini gösterir. Okul Öncesi Disleksi Belirtileri nelerdir? Disleksi yaşamın erken dönemlerinde dil-konuşma alanında sorunlarla kendini gösterebilir. Geç konuşmak, duyduklarını anlamakta güçlük, yeterli sözcük dağarcığı oluşturamamak, sözcükleri yanlış söylemek, olayları sırasıyla anlatamamak küçük yaşlarda fark edebileceğimiz disleksi belirtileridir. Dislektik bir çocuk arkadaşlarının isimlerini de hatırlamayabilir. Genellikle devrik cümle kurarak konuşmak da bir disleksi belirtisi olabilir. Dislekside erken yaşlarda yetersizlik fark edilebilecek başka bir alan da hareket ve koordinasyon alanıdır. Parmak ucunda yürümek, merdivenleri tutunmadan yardımsız bir sağ ayak bir sol ayak inip çıkmakta güçlük, kendi başına giyinip soyunamamak, fermuarını çekememek, düğmesini ilikleyememek, makas, çatal, kaşık kullanmakta güçlük, kalemi kaşığı uygun şekilde tutamamak, kalemle yapılan boyama, çizgi çalışmalarına isteksizlik ve yapsa bile beklenen düzeyde düzgün işler çıkaramamak, daire, üçgen, kare gibi basit şekilleri bakarak düzgün çizememek disleksi belirtilerindendir. El tercihindeki gecikme de dislektik çocuklarda görülebilir. 5 yaşına gelmesine rağmen yemek yerken, kalem tutarken hem sağ hem de sol elini kullanması el tercihinin henüz gelişmediğini gösterir. Ritmik hareket etmek ve el çırpmakta güçlük, sakarlık, sık düşme de dislekside görülebilmektedir. Öğretilmesine rağmen iki tekerlekli bisiklete binememek ya da çok zor öğrenmek, top oyunlarında beceriksizlik ve bu oyunlara ilgi duymamak da dislekside görülebilen hareket-koordinasyon beceri sorunlarına işaret edebilir. Dislektik çocuklar yine okul öncesi erken dönemde kavramları öğrenmede güçlük yaşayabilirler. Uzun-kısa, büyük-küçük gibi zıt kavramları karıştırırlar. Sıralama sorunları yaşarlar. Sayıları sırasıyla saymakta zorlanırlar, çoğunluğu atlayarak sayar. Objeleri büyükten küçüğe sıralamakta güçlük çekerler. Yön algıları bozuk olabilir. Sağını solunu karıştırıp, ayakkabılarını uzunca bir süre ters giyebilirler. Dislektik çocuklar dikkat ve bellek sorunları nedeniyle şarkı, şiir ezberlemek, söylenen yönergeleri aklında tutup yerine getirmekle ilgili sıkıntılar yaşarlar. Dikkat gerektiren aktiviteleri sürdüremeyebilir, çabuk sıkılıp kendi başına oyun oynamayı tercih edebilirler. Bu nedenle Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu oldukları sanılabilir. Bu noktada yapılan bilimsel çalışmaların, disleksi ile Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun % 30 oranında birlikte bulunduğunu ortaya çıkardığını da belirtmek gerekir. Ancak dislekside görülen dikkat sorunlarını, yapısal işitsel ve görsel algı bozukluklarının ve beynin bilateral (her iki beyin lobunu) kullanımındaki yetersizliğin desteklediği kesindir. Erken dönemde dil gelişimindeki yetersizlikler ve sınırlı ilgi alanları nedeniyle bazen disleksi otizmle karıştırılabilmektedir. Disleksinin okul öncesi erken dönemde fark edilmesi önemlidir. Çünkü tedaviye yönelik müdahaleler ne kadar erken başlar ise etkisi o kadar fazla olacaktır. Ayrıca ilkokul döneminde çocuk yoğun akademik beceri beklenen bir döneme girmiş olur, yaşıtlarıyla ciddi bir rekabet ortamı içinde bulur kendini. Oysa dislektik çocuğun akademik başarı için gerekli becerilerindeki yetersizliklerle bu hızlı koşuda başarılı olabilmesi pek mümkün değildir. Okul öncesi dönemde fark edilmemiş çocuklar ilkokula başladıklarında disleksi şu belirtilerle kendini gösterir. Okul Döneminde Disleksi Belirtileri nelerdir? Birinci sınıfın ilk günlerinde hevesle okula başlansa bile çizgi çalışmalarına isteksizlik, düzgün çizgi çizememeyle zorlu bir süreç başlar. Daha sonra bu süreç yeni harfleri bir türlü öğrenememe, karıştırma, okumayı yaşıtlarıyla aynı zamanda sökememe, okumayı sökse bile okuma hızının yapılan çalışmalara rağmen artmaması, okumaya karşı isteksizlik, ödev yapmak istememe, ödevi çok yavaş yapma, yaşıtlarından çok daha fazla zamanı ödev başında geçirme, oyuna ve başka şeylere zamanının kalmaması gibi belirtilerle devam eder. Dislekside okuma hataları görülür. En sık okuma hataları; sayıları tersten okuma (25’i 52 olarak okuma), kelimenin ortasından başlayarak okuma (kocaman-çokaman), kelimeyi tersten okuma (ev-ve), okurken ve yazarken harf, hece atlama, kelimeyi tümden uydurmadır. Genellikle kendi okuduklarını anlamazlar. Başkası okursa iyi anlarlar. Dislektikler ayrıca dili kullanmakla ilgili sorunlar yaşarlar. Düşüncelerini yazarak ya da konuşarak yeterli ifade etmekte, devrik olmayan uygun cümleler kurmakta güçlük yaşarlar. Okuduğu metnin ana fikrini anlamakta, önemli vurguları ayırt etmekte güçlük yaşarlar. Defter tutmak, tahtadaki yazıyı defterine geçirmekte, ödevini yazmakta güçlük yaşanıp, her akşam arkadaşlar aranabilir. Zamanı ayarlayamaz, işlerini yetiştiremez, planlama yapamazlar. Alfabeyi, haftanın günlerini, ayları sırasıyla öğrenmekte güçlük yaşarlar. Sağını solunu hala karıştırır, dikkat ve bellek sorunları verimli çalışmalarını engeller. Öğrendiklerini kalıcı hale getiremez, kalıcı hafızalarına yerleştiremezler. Hareket ve koordinasyon alanında sorunlar yaşayan dislektik çocuklar koşma, top yakalama, bisiklete binme gibi hareket gerektiren oyunlarda beceri gösteremezler. Bu durum oyun dışında kalmaya, yaşıtları tarafından oyunlarda tercih edilmemeye yol açabilir. Beden eğitimi dersleri eziyet haline gelebilir. Her dislektik çocukta sayılan disleksi belirtilerinin tümü görülmeyebilir. Ancak tüm dislektiklerin zekalarından beklenenin altında akademik performans göstermeleri ortak özellikleridir. Aynı zamanda her çocukta bu belirtilerin bazıları görülse de eğitimle ve deneyimlemeyle bir süre sora bu takılmaları aşabilir. Ancak dislektik çocukta bu belirtiler uygun müdahaleler yapılmadığı takdirde ömür boyu sürer. Başarı ve yeterlilik duygusunun benliğe kazındığı dönemler olan okul yıllarında disleksi nedeniyle yaşanan güçlükler çocukların benlik saygılarını azaltır ve özgüvenlerini düşürür. Bu yıpratıcı sürecin sonucu olarak pek çok duygusal sorun disleksi tablosuna eklenir. Okul fobisi, arkadaşlarla uyumsuzluk, sürekli onaylanma gereksinimi, kendine güvenmeme, sınav kaygısı, okul dönemlerinde görülen gece işemeleri, tırnak yeme, hırçınlık ve davranış sorunları sıklıkla disleksi tablosuna eşlik edebilir. Dislektik kişiler çok duygusal, yaratıcı, hayatı farklı gözle görebilen bireylerdir. Özel ilgi alanlarında beklenenin üzerinde beceri gösterirler. Örneğin hayvanları seviyor ise onlarla ilgili her şeyi aklında tutabilir, çok iyi planlama yapabilir, uzun süre üzerinde çalışabilirler. Bu özellikleriyle öğretmenlerini ve ebeveynlerini şaşırtırlar. Disleksinin belki de en dramatik sonucu kişinin dahilik düzeyindeki gerçek becerilerini fark etmeden ve bu becerileri hayatını yapılandırmak için kullanmadan yaşamını sürdürmesidir. Öğrenmeyi bozabilecek pek çok farklı durumla karışabilir. Disleksiden şüphelenilen ya da öğrenme güçlüğü yaşayan bir çocuk için öncelikle ayırıcı tanı yapılabilmesi ve gerçek tanının ortaya konması için bir çocuk ve ergen psikiyatristince değerlendirilmesi gereklidir. Çocuk ve ergen psikiyatristi, aileden ve öğretmenden ayrıntılı bilgiler alır, gerekli tıbbi muayeneleri yapar ve disleksiye neden olan beynin işlev sorunlarını ortaya koyan psikometrik testleri ister. Tüm değerlendirmelerin sonunda, öğrenmeyi bozan diğer etkenleri ve tıbbi sorunları ayırt ederek Disleksi tanısını koyar. Disleksi tanısı konduktan sonra zaman kaybetmeden tedavi süreci başlamalıdır. Çünkü disleksi çocuk büyüyünce ya da okumayı öğrenince geçecek bir sorun değildir. Çocuğun tüm eğitim hayatını, sosyal ve duygusal gelişimini, kişilik yapılanmasını ve yetişkinlik yaşamını etkileyecek bir sorundur.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Down sendromlu çocukların eğitimi

Niyazi Ersoy Özel Rehabilitasyon Merkezi Psikolog İskender Nişli Trt Kent Radyo'da İzmir'de Eğitim Dinamikleri'nin konuğu olarak sorularımızı yanıtladı.Özetle aktarıyorum. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Down Sendromu, nedir? En basit tanımıyla Down Sendromu çocuğunuzun vücudundaki hücrelerin 46 yerine fazladan bir kromozoma, yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılıktır. çocuğunuzun fazladan sahip olduğu bir kromozom onun hayatını etkileyecektir. Kromozom anomalilerinin çoğunda embriyo gelişemez. Down Sendromu embriyonun gelişimini tamamlayabildiği bir durumdur. Çocuğunuzun fiziksel görünümü diğer çocuklardan biraz farklı olabilir, bir takım sağlık sorunları bulunabilir. Fakat unutmayın ki, bazı çocukların sarı saçlı, bazılarının mavi gözlü olması gibi sizin çocuğunuzun da Down Sendromlu olması bir genetik farklılıktır. Down Sendromu konusunda iki şey kesindir. Birincisi, Down Sendromunun kaynağı anne-baba değildir ve hamilelik öncesi veya sırası olan hiç bir şey çocuğun Down Sendromlu doğmasına yol açmaz. İkincisi, diğer çocuklar gibi Down Sendromlu çocukların da kendilerine özgü kişilikleri, yetenekleri ve düşünceleri vardır. Diğer çocuklar gibi onlar da farklı kişiliğe sahip bir birey olarak büyüyeceklerdir. Dünyanın her yerinde ve tüm insan ırklarında Down Sendromu mevcuttur ve zamanla ortaya çıkan bir durum değildir. Down Sendromlu insanların, insanoğlunun oluşumundan beri var olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla Down Sendromunu yaşamın doğal bir parçası olarak kabul etmek yanlış olmaz. Down Sendromlu çocukların fazladan bir 21. Kromozomu olmasına rağmen, diğer tüm kromozomları normaldir ve görevlerini gereği gibi yerine getirmektedirler. Dolayısıyla bazı özellikleri fazla kromozomun neden olduğu artı proteinlerden dolayı olumsuz yönde etkilense bile kişiliğinin ana hatları diğer 46 kromozomu tarafından belirlenir. Neden çocuğum Down Sendromlu? Down Sendromuna neden olan belirleyici faktörler konusunda, annenin yaşı, radyasyon, uyuşturucu ve alkol kullanımı gibi çeşitli tezler ortaya atılmış olsa da bunların içinde kesinlik kazanmış olanı yoktur. Sonuçta 21. Kromozom bilinmedik bir nedenle bölünememiş ve yeni hücrede yerini korumuştur. Annenin yaşının ilerlemiş olması, sendromun sıklığı ile ilişkili olan tek istatistik veridir. Sonraki çocukların Down Sendromlu olma riski nedir? Bu sorunun cevabı çocuğun kromozom değişiminin türüne bağlıdır. Anne ve babanın yaşlarına bağlı değildir. Down Sendromlu çocuklar nasıl gelişir? Fazla kromozom çocuğun gelişimini negatif olarak etkilemektedir. Bu durum her zaman da önemli olacaktır. Çünkü kromozom değişimini geri almak mümkün değildir. Fakat unutulmamalıdır ki bir çocuğun gelişimi sadece genetik faktörlere bağlı değildir. Çevre ve öğrenme faktörleri de çocuğun gelişiminde çok önemli ve etkilidir. Down Sendromlu çocukların ihtiyaçları diğer çocukların ihtiyaçlarından farklı değildir. Onlar da anne, baba ve kardeşleriyle birlikte olmaktan mutluluk duyarlar. Çevrelerini keşfetmek, oynamak, öğrenmek, gülmek isterler. Down Sendromlu bir çocuğun mümkün olduğu kadar sosyal bir ortamda büyütülmesi, gelişimi için son derece yararlıdır. ilk gülücük veya kendi başına oturması, emeklemesi, ilk adım vb. Down Sendromlu çocuklar birçok şeyi diğer çocuklardan daha geç öğrenir ve normal gelişme prosedürünü daha geç tamamlarlar. Fakat çocuğunuzun bunların hepsini öğreneceğine emin olabilirsiniz. Down Sendromlu çocuklar için aile içi yardımın yanı sıra geliştirme ve rehabilitasyon merkezlerinin yardımı da çok önemlidir. Down Sendromlu çocuklar birçok olağanüstü işin üstesinden gelebiliyorlar. Fakat bu çocukların öğrenimleri ve gelişimleri engelli olmayan diğer çocuklar ile asla kıyaslanmamalıdır. Beraber oynanan oyunlar tüm çocukların gelişmesi için önemlidir. Oyunların özellikle engelli çocuklar için daha büyük bir önemi vardır. Çocuk oyunları, tekerlemeler ve şarkılar anne ve çocuğa keyif verir. Çevre ile kurulan ilişkiler ise konuşma ve sosyal gelişmeyi destekleyerek, çocuğa, kendisine uygun olana katılma imkanı sağlar. Sadece hareket kabiliyetlerini arttıracak ve tecrübe kazandırabilecek oyuncak madde ve materyallerine ihtiyaçları vardır. Oyunda önemli bir diğer nokta ise başka çocukların da bulunmasıdır. Çevrenizde çocuğunuza birlikte oynayabileceği arkadaşlar arayın. Bunlar engelli olmayan çocuklar olabilir. Bu çocuğunuzun çok hoşuna gidecektir. Çocuğun kardeşleri varsa doğal olarak en iyi oyun arkadaşları onlar olacaktır. İlk yıllarda çocuğun gelişimi için bir destekleme programı oldukça önemlidir. Erken destekleme sayesinde çocuğunuz birçok şeyi daha erken öğrenebilir ve böylelikle kendisini de geliştirebilir. Çocuğa uygulanan fizyoterapi özel bazı zorlukları azaltabilir ve hareket gelişimini hızlandırabilir. Çocuğun gelişebilmesi için yapılan yardım, öğrenme ve geliştirme programları, tüm zihinsel ve gelişim zorluğu çeken engelli çocuklar için aynıdır. Fakat her çocuk tektir ve tek başına bir kişiliktir. Bu nokta asla unutulmamalıdır. Erken destekleme programları çok olumlu sonuç vermektedir. Ancak bu tür programlar uygulanırken sevgiyle yaklaşmanın önemi büyüktür. Ve anne-baba, eğitim konusunu gereğinden fazla ön plana çıkarırsa çocuğunun psikolojik dengesini olumsuz etkileyebileceğini unutmamalıdır. Unutulmaması gereken bir diğer nokta da Down Sendromlu çocukların her ne kadar birbirine çok fazla benzese de her birinin farklı yetenekleri ve kişilik özellikleri taşıdığıdır. Down Sendromu ile bağlantılı birçok hastalık ve problem vardır. Çocukların üçte birinde kalp problemleri vardır. Birçoğunun da mide ve bağırsak, duyma ve görme problemlerinin yanı sıra yüksek bir enfeksiyon olasılığı da vardır. Bu tür sorunlarda erken teşhis ve uygun tedavi Down Sendromlu çocukların hayat şartlarını pozitif olarak etkilemektedir Gelecek ne getiriyor? Down sendromlu insanları geliştirecek hizmetlerin devam etmesi umulmaktadır ve down sendromlu insanları ve ailelerini sosyal hayattan dışlayan, kınayan şekilde davranışlar yerine kucaklayan ve çeşitliliği kapsayan şekilde olacaktır. Bugün üniversite eğitimi alan down sendromlu bireylerin varlığı mutluluk vericidir

26 Haziran 2015 Cuma

Etkili Mesleki Gelişim Nasıl Olur?

Etkili Mesleki Gelişim Programları Nasıl Olmalıdır? Okulların ve öğretmenlerin asıl varlık sebebi öğrenci öğrenmesini arttırmak olduğuna göre işe buradan başlamakta yarar var. Öğretmenlerin mesleki gelişimini planlarken ilk olarak öğrenci öğrenmesinde neler elde etmek istediğimize karar vermeli, bunların elde edilebilmesi için sınıf içi uygulamaların neler olması gerektiğini belirlemeliyiz. Sınıf içinde öğretmen ne yapmalı ki öğrencilerde istediğimiz başarıyı elde edebilelim? Bu durumda öğretmenlerin mevcut uygulamalarının neler olduğunu bilmemize ve bu uygulamalarla amaçlanan arasındaki farkı belirlememiz gerekmektedir. Öğretmenlerden belirlenen bu fark doğrultusunda sınıf içi uygulamalarında değişiklik yapmalarını isteyeceğiz. Peki, öğretmenlerin istediğimiz sınıf için etkinliklerini destekleyecek okul kültürünün özellikleri neler olmalıdır? Bu da mesleki gelişimin planlanmasında dikkat edilmesi gereken üçüncü adımdır. Okul kültürü, buna örgüt kültürü de diyebiliriz, amaçlanan değişimin sağlanmasındakilit role sahiptir. Bazen öğretmen değişmek ister, okul kültürü değişimi engeller, bazen okul kültürü değişmektedir ama öğretmen değişimi engeller durumdadır. Her ikisinin de değişimi istemesi ve desteklemesi gerekir. Öğretmenlerin değişime ikna olmaları için yapabileceklerini görmeleri, en önemlisi değişimin öğrenci başarısını arttıracağına ikna olmaları gerekir. Okul kültürünün değişimi desteklemesi için olması gereken özellikler şu şekilde özetlenebilir: Okul yönetiminin değişimi takip etmesi ve desteklemesi, Meslektaşlar arasında değişim kültürünün oluşması ve paylaşım Değişimi uygulayan ve uygulamayan arasında ayrımın gözetilmesi Değişim için gerekli kaynakların sunulması Mesleki gelişim programları planlanırken dikkate alınması gereken dördüncü nokta, öğretmenlerden beklediğimiz sınıf içi uygulamalar için, öğretmenlerin hangi bilgi ve becerileri kazanmaları gerekmektedir. Sınıf içi uygulamaların değişmesi için öğretmenlerin sahip olması gereken bilgi ve beceriler gerekli eğitimlerle öğretmenlere kazandırılmalıdır. Son olarak da öğretmenlerin gerekli bilgi ve becerileri kazanmaları için verilmesi gereken eğitim planlanmalı, eğitim ortamları hazırlanmalıdır. Yetişkin eğitimlerinde eğitim ortamları ve sunulan olanaklar oldukça önemlidir. Örneğin eğitim alınan ortamın ısısı, çay kahve olanaklarına erişim, gibi temel ihtiyaçlara yönelik özellikler yetişkin eğitiminde de oldukça önemlidir. Yukarıda belirttiğimiz adımlarla planlanan mesleki gelişim programları tersten izlenecek yolla değerlendirilmelidir. Mesleki gelişim programlarına yönelik bir çok değerlendirme modeli bulunmaktadır Ege Üniversitesi Eğitim Programları ve Öğretim A.B.D. Yardımcı Doçent Doktor Öner Uslu ile TRT Kent Radyo 99.1 de yayınlanan programımdan bir bölüm aktardım... Kendisine çok teşekkür ediyorum.