30 Nisan 2015 Perşembe

Ana-baba tutumları...Hangisi doğru?

Ebeveynlik süreci, çocuğunuzun gelişimine dair keyifli pek çok anıyı biriktirdiğiniz, bir yandan tecrübe kazandığınız ama bazen de çocuğunuza nasıl yaklaşacağınız konusunda tereddüt yaşayabildiğiniz, ömür boyu devam eden bir süreç.

  Çalıştığım ailelerle yaptığım görüşmelerde, anne babaların çocukları ile ilgili beklentilerini mutlaka konuşurum. Onlardan aldığım yanıtlar ortak bir niyette buluşuyor. O da şu: Her anne baba çocuğunu mutlu, kendine güvenen, sorumluluk sahibi, başarılı, sosyal bir birey olarak yetiştirmek istiyor. Fakat bu niyeti gerçekleştirmeye çalışırken, ailelerden şuna benzer pek çok yakınma ifadeleri de duyabiliyorum: “İnatçılığı ile baş edemez oldum” “Ne yapsam işe yaramıyor” “Bir ara davranışları düzelir gibi oldu ama birkaç gündür yine çok sinirli, bize ters davranıyor, hiç sözümüzü dinlemiyor” gibi. Bunun gibi ifadeler size de tanıdık geliyorsa, çocuğunuza karşı nasıl davranmalı, anne- baba olarak nasıl bir tutum sergilemelisiniz?
 
  En sık karşılaştığımız ebeveyn tutumları ve ailenin tutumlarının çocuğun kişilik gelişimine etkileri:
  Bunlardan ilki  olan “aşırı otoriter ve reddedici” aile tutumunda, eleştiri ve aşağılama çok sık görülür, sürekli çocukların yanlışları vurgulanır, yaptıkları her yanlışta çocuk cezalandırılır. Bu aile tutumu ile yetişen çocukta kendine güven duygusu oluşmaz, ilerleyen yaşlarda da daha pasif ve edilgen bir kişilik örüntüsü sergiler.
  “Aşırı hoşgörülü” aile tutumunda, çocuğa sınırsız bir hareket ve davranış serbestliği tanınır, aile içinde dikkat edilmesi gereken kurallar yok denecek kadar azdır, çocuk yanlış yapsa bile “aman birşey olmaz” diye düşünerek aile çocuğu uyarma ihtiyacı hissetmez. Bu aile tutumu ile yetişen çocuk, bir süre sonra anne- babasına hükmetmeye başlar, aile ve toplum içinde benmerkezci ve uygun olamayan davranışlar sergiler.
  “Aşırı koruyucu” aile tutumunda, çocuğun kendi yaşına uygun olarak karşılayabileceği ihtiyaçları dahi anne - babası tarafından karşılanır, çocuğun kendi başına birşey yapmasına “başaramayacağı” düşünüldüğü için izin verilmez. Bu aile tutumu çocuğun, aşırı bağımlı, ürkek, çekingen ve güvensiz bir kişilik geliştirmesine neden olur. Bu çocuklar sorumluluk almakta zorlanırlar.
  “Tutarsız” aile tutumunda, çocuğun yaptığı davranış karşısında aile belirsiz bir tutum sergiler, bazen ödüllendirir ya da tepkisiz kalır, bazen de aynı davranışı cezalandırır. Bu ailelerde, anne- baba da çocuğa karşı kendi arasında tutarsızlık yaşadığı için ortak bir tutum sergilemekte zorlanırlar. Birinin “evet” dediğine, diğeri “hayır” der ve çocuğa karşı ebeveynlerin ağzından ortak bir karar çıkmaz. Bu aile tutumu çocuğun, ne zaman, nerede, ne yapacağını bilememesine yol açar. Bu çocuklar ileride kararsız bir kişilik yapısı geliştirebilirler.
  “Mükemmeliyetçi” aile tutumunda, çocuktan her şeyin en iyisi beklenir, çocuğun kendine özgü özellikleri ve kapasitesi olduğu gibi kabul görmez. Bu aile tutumu çocuğun, yanlış yapmaktan korkmasına, başarısızlığa uğrama kaygısı yaşamasına sebep olur.
  Yukarıda söz ettiğimiz tüm bu tutumlar, çocuğun gelişimi üzerinde engelleyici ve olumsuz etkilere sahip. Peki bunlara alternatif olarak, anne – baba olarak nasıl bir tutum sergilemek en doğrusu? Bunun yanıtı “güven verici ve destekleyici” aile tutumunda.
 
  Güven verici ve destekleyici aile tutumunda çocuk, ailesine benzeyen ya da farklı olan tüm yönleriyle kabul görür. Bu ailelerde ebeveynler, davranışlarıyla çocuklarına olumlu birer model olurlar, onların hangi davranışları kazanmalarını bekliyorlarsa (örneğin, yalan söylememesi, sorumluluk alması gibi) kendileri de bu davranışları sergileyerek çocuklarına öğretmeye çalışırlar. Bu ailelerde çocuğa sevgi dolu ve hoşgörüyle yaklaşılmakla birlikte, aile içinde birbirlerine yönelik davranışlarda nelere dikkat edecekleri ile ilgili kurallar ve sınırlar da oldukça nettir (örneğin, izinsiz birbirlerinin eşyalarını almamak, birbirlerine kötü söz söylememek, bağırmamak gibi). Bu kuralların mantıklı açıklaması, çocuğun yaşına uygun ve açık bir dille ona anlatılır. Belirlenen aile kurallarının sınırları içerisinde çocuk özgürdür, ev içerisinde çocuğun söz hakkı vardır, onun fikrine değer verilir. Bu ailelerle sevgi ve hoşgörü gibi olumlu duyguların ifade edildiğini, olumsuz duyguların ve davranışların ise iyi bir iletişim yoluyla paylaşıldığını, anne- babanın çocuğuna karşı tutarlı ve dengeli yaklaşarak model olduğunu görürüz.
  Güven verici ve destekleyici aile tutumu ile yetişen çocuk kendine güvenir, sorumluluk alır, yaratıcıdır, sosyaldir.
  Ebeveynlik bu konudaki bilginizi, okuyarak ve kendinizi geliştirerek artırmak kadar, aynı zamanda deneyimleyerek de öğrendiğiniz bir süreç. Önemli olan anne ve baba olarak, çocuğunuza nasıl yaklaştığınız ile ilgili kendi davranışlarınıza dair farkındalığınızı artırmak ve anne – baba olarak ortak/ tutarlı bir tutum sergileyerek çocuğunuza model olmak.

  TRT Kent Radyo'da İzmir'de Eğitim Dinamikleri adlı programıma katılan Motive Psikolojik Danışmanlık Merkezi'nden Uzman psikolog Pınar Akdemir Gandur 'a değerli katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum.

19 Nisan 2015 Pazar

"Evliliğim Bitmeli mi?"

EVLİLİKTE AŞAMALAR
Hiç kimse ilişkisinde sorun istemez her şeyin istediği gibi olmasını arzu eder. Ancak karşı cinsten iki insanın isteklerinin buluşma noktasını ayarlayabilmek çok güçtür. Dolayısıyla “sorunsuz evlilik” insanoğlunun en büyük ütopyalarından biridir.  
Evlilik sorunlarıyla ilgili yapılan araştırmalar evliliklerinde sorun yaşayan bireylerin üç aşamadan geçtiğini göstermektedir. Bu aşamalar sırasıyla;
İlk aşama : Hayal kırıklığı : Evlilik öncesi süreçte yeterince açık olmayan, aile veya başka baskılarla eş seçen, “evlenince değişir” zihniyetiyle hareket eden, kişisel sorunlarını çözemeden evlilik sorumluluğuyla karşılaşan çiftler evliliğin ilk yılında “Benim istediğim bu değildi” düşüncesine saplanırlar. Eşler birbirlerinde aradıklarını bulamadıkları için hayal kırıklığı yaşarlar ve birbirlerini olumsuz değerlendirmeye başlarlar. Ancak yine de eşi memnun etmeye çalışma ve sorunları çözme çabası devam eder.
 İkinci aşama :Kazanç ve kayıpların değerlendirilmesi : Bu dönemde eşler “kalma ve gitme “arasında kararsız kalırlar. Evliliğe ilişkin umutlar devam etmesine rağmen şüpheler başlamıştır. Çoğu çift bu dönemde çocuk yapar ve ailelerin “Çocuk yapın her şey yoluna girer” söylemine uyar. Bir önceki dönemde çözülememiş sorunlar daha da yoğunlaşır, çift ilişkisinin sorumluluklarını yerine getirememiş eşler “bebek/çocuk “  sorumluluğunu yüklenmiş olurlar. Evlilik dışı ilişkilerin sıklıkla yaşandığı dönemdir. Eşler ayrıldıkları takdirde duygusal ve fiziksel kayıplarını bilançosunu yaparlar, çevreye  ne diyeceklerini düşünürler. Çoğu “Çocuklarımız için ayrılmamalıyız” diyerek yola devam eder.
 Son aşama: Evliliğim bitmeli:  Bu aşamada evliliğin sona erebileceği düşüncesi baskındır. Çift birbirinden duygusal anlamda kopmuştur. Evliliği sürdürmek için nedenleri kalmamıştır. Kendilerince her şeyi denediklerini ama “ diğerinin inatçı tavrı ve yanlış hareketleri yüzünden bu noktaya geldiklerini düşünürler. Boşanma kararı alan ve uygulayan çoğu çiftin “Senin yüzünden oldu “” tavrı  düşmanca tutumlara ve  çocuklarını “öç alma silahı” gibi kullanmalarına neden olur.
 Evlilik sorunlarına ilk aşamada müdahale edilmelidir! Aksi halde yadsınan- bastırılan her sorun alanının  ileri yıllarda “psikiyatrik belirtiler” olarak eşlerin karşısına çıkması kaçınılmazdır

Uğur Hazırlık Liseleri İzmir'de de hazırlar.


Uğur Dershanesi Çankaya Merkez Şubesi Müdürü İrfan Albayrak ,
Uğur Dershaneleri’nin ‘dershanelerin dönüşüm projesi’ çerçevesinde kurulan Uğur Hazırlık Liseleri, 4 yıllık akademik lise eğitimi ile üniversite giriş sınavına hazırlayan ve kariyer planlaması yapan ilk lise olma özelliğini taşıdığını belirtti. TRT Kent Radyo'da İzmir 'de Eğitim Dinamikleri adlı programıma konuk olan Albayrak,
Uğur Hazırlık Liselerinin Türkiye’nin dört bir yanındaki 165 lisesinde eğitim hizmeti sunmaya hazırlandığını söyledi. Albayrak, Uğur Dershaneleri’nin ‘dershanelerin dönüşüm projesi’ çerçevesinde kurulan Uğur Hazırlık Liseleri, 4 yıllık akademik lise eğitimi ile üniversite giriş sınavına hazırlayan ve kariyer planlaması yapan ilk lise olma özelliğini taşıdığını vurguladı.
 Türkiye eğitim sistemi ve öğrencilerin beklentilerini ele aldığımız konuşmada Uğur Eğitim Kurumları 2015-2016 eğitim-öğretim yılında Uğur Hazırlık Liseleri ile eğitime devam edeceğini açıkladı. “Uğur Eğitim Kurumlarının 47 yıllık deneyimi, başarısı ve vizyonuyla öğrencileri üniversiteye ve geleceğe doğrudan hazırlayan Uğur Hazırlık Liseleri, eğitime yepyeni bir bakış açısı kazandırmaya hazırlanıyor. Tüm Türkiye’yi kapsayan ‘eğitimde fırsat eşitliği’ anlayışıyla Uğur Hazırlık Liseleri, 4 yıllık akademik lise eğitimi ile üniversite giriş sınavına hazırlayan ve kariyer planlaması yapan ilk lise olma özelliğini taşıyor” dedi.
Üniversiteye hazırlık sürecini, Uğur Hazırlık Liseleri özgün eğitim sistemiyle 4 yıla yayarak öğrencilerin sınav kaygılarını ortadan kaldırmayı amaçladıklarının söyledi:
“Kişiye özel kariyer planlama ve rehberlik servisleri, global standartlarda hazırlanmış İngilizce eğitim sitemi, Uğur International Yurt Dışı Eğitim Programları, öğrencilerin 7/24 ulaşabileceği ‘Uğur Online’ uzaktan eğitim platformu, 180 saat uzaktan eğitim, 5000 saat videolu ders anlatımı, 50.000 soru-çözüm videosu olanağı ile Türkiye’nin en büyük uzaktan eğitim hizmeti sunan güçlü bir eğitim kurumuyuz. Bu nedenle, Türkiye’nin en özgün lisesi Uğur Hazırlık Liseleri olarak eğitime yeni bir bakış açısı kazandırıyor, kariyer odaklı yepyeni bir eğitim modeliyle gençleri geleceğe bugünden hazırlıyoruz” açıklamasında bulundu.
PDR öğretmeni Funda Türkkan ise TEOG sınavına hazırlanan öğrencilere şu tavsiyelerde bulundu:
çocuklarımızın yorgunlukları, stresleri ve panikleri bu dönemde en yüksek düzeyde seyretmektedir. Velilerden öncelikle istediğimiz, kendi gerginliğinizi, stresinizi ve paniğinizi çocuğunuza yansıtmayınız. Siz ne kadar sakin ve serinkanlı olursanız çocuğunuz da o düzeyde iyi sonuçlar alacaktır. Özellikle, varsa, aile içi çekişmelerinizi ve problemlerinizi bu dönemde onlara kesinlikle hissettirmeyiniz. Ev ortamının mümkün olduğunca sakin olmasına ve çalışma odasının uygun olmasına dikkat ediniz.
Çocuklarımızın bir çoğunun bu günlerde her zamankinden daha hassas, daha alıngan ve daha kırılgan olduklarının zaten pek çok velimiz farkındadırlar. Bu çok normaldir ve stres unsuru olan her durum, bireylerin gündelik yaşamlarında daha hassas ve kırılgan olmalarına neden olur. TEOG sınavı ise çocuklarımız üzerinde tabii ki büyük bir stres unsurudur. Bu yüzden çocuklarınızın daha alıngan, toleranslarının daha zayıf olmasını normal karşılamalısınız.
Bize ve size düşen görev, bu hassas süreçte çok dengeli olmak ve çocuklara gereğinden fazla hoşgörülü ve yumuşak davranmaktan kaçınmaktır. Bu davranış biçimi, onların, “evet gerçekten çok kötü bir durumla karşı karşıyayım ki bana bu derece hoşgörülü davranılıyor” diye düşünmesine neden oluyor. Olabildiğince normal, her zamanki davranışlarımızı sürdürmeliyiz. Çünkü, çocuklarımızın ihtiyacı olan şey, mümkün olduğunca normal bir iş yaptıklarına inanmalarıdır. Sınavı gözünüzde büyütmeyin ki onların da büyütmesine engel olabilesiniz. Aynı biçimde sınavı hiç önemsemiyormuş gibi de davranmayınız. Onun her zaman yanında olduğunuzu, onunla ilgilendiğinizi ona hissettirmelisiniz. Onlara bu günlerde ev içi fazladan sorumluluklar, artı görevler vermeyiniz. Şu günlerde onların en büyük sorumluluğu, derslerine yeterince zaman ayırmalarıdır. Küçük işler yapmaya devam etsinler.

16 Nisan 2015 Perşembe

Dikkatsiz çocukları nasıl daha dikkatli yaparız?

Ne çok kullanırız bu sözü... “dikkat et!!!”... çoğu zaman da sınava giren ve hata sayısı nedeniyle hoşnutsuz olduğumuz çocuğumuza verdiğimiz tepkidir. Dikkat önemlidir, eğer çocuğumuz dikkat etmezse, öğrenme, ayrıntıları görme, çeldiricilere takılma, sosyal ilişkilerini yürütme, tehlikelere karşı korunma gibi beceri gerektiren bir çok konuda yetersiz kalabilir. Onu daha dikkatli olması için teşvik etmeliyiz. Ancak çocuğumuzun endişe ve güvensizlik duymasına yol açabiliriz. Kendine ve yaptığı şeye karşı olumsuz duygular hisseden bir çocuk ne kadar mecbur olsa da ne kadar istese de “dikkatli” olamaz. Hayatımızdaki her alanda olumlu duygu ve mesajlar daha motive edici ve yapıcıdır. “Dikkatsizsin” yerine “ Sorunun ne istediğini anladığından emin olunca cevaplayabilirsin” şeklindeki somut ve yönlendirici ifadeler çocuğunuza yardımcı olacaktır. Dikkat gelişimi için bir diğer önemli nokta ise çocuklarımıza çok küçük yaştan itibaren başladıkları işi tamamlama konusunda onlara model ve yardımcı olmaktır. Çocuğunuz bu sayede yaptığı işe odaklanmayı ve beraberinde işini sürdürme konusunda ısrarcı olmayı öğrenecektir. Sizin yarım bıraktığınız kitabınız, tamamlanmamış hobi etkinlikleriniz, yaşantınızda ne kadar çok yer alırsa çocuğunuz da etkinliklere yeteri kadar zaman ayırma ve odaklanma becerisi konusunda o kadar eksik model görmüş olacaktır. Dikkatli olmak için; bir etkinliği sürdürme ve tamamlama becerisi kadar etkinlik için harcanan zamanın da niteliği önemlidir. Eğer yarım saatte bitebilecek bir işi iki saatte bitiriyorsak, dikkatimizi kullanamamışız demektir. Çocuğunuz ödev yaparken onu süre kullanarak çalışma konusunda yönlendirmelisiniz. Süre konusunda karar vermek çocuğunuza ait bir sorumluluk olabilir; “Türkçe sorularını bitirmen için ne kadar süreye ihtiyacın var? 30 dk mı?” gibi zaman kullanımı ile çocuğunuza odaklanma becerisini destekleyebilirsiniz. Sevgili aileler; otokontrol becerisine sahip, dikkat sürecini gerektiği gibi kullanabilen bireyler yetiştirmek sizin elinizde.

12 Nisan 2015 Pazar

Aile kavgası nedeni...

ortaöğretim dönemine geldiklerinde ailelerin ilk sorunu hale gelir öğrencilerin derslerindeki düşüş ve notları. Çünkü önlerinde hayatlarının son dönemeçleri vardır ve artık üniversite, eğitim hayatlarındaki son düzlüktür. Bir şekilde ortaöğretim yani lise tercihleri ile çocuklarının yarıştan kopmadığını düşünen anne ve babalar artık panik duygusunu yaşamaya daha çok başlarlar. Ders çalışma davranışı sadece çocuğunuzun sorumluluğunda olan bir konu değildir. Ailelerin de ders çalışmanın bir sorumluluk olduğunu çocuklarına öğretmeleri gerekmektedir. Eğer çocuğunuz ders çalışmıyorsa neden çalışmıyor sorusu yanında ne yaparak bu yönünü geliştirebilirim demek daha doğrudur. Okuldaki eğitim, öğrenci ve aile beraber hareket etmedikten sonra sonuca ulaşamaz. Ders çalışmak aslında ailelerinin olumlu davranış kazandırmaları yönünde verdikleri eğitimin bir parçasıdır. Ancak davranış eğitiminde sorun yaşayan aileler için durum daha da endişe verici hale gelmektedir. Çocuğunuza olumlu davranışlar kazandırmak bütünü kapsıyorsa, çocuğunuzun ders çalışma davranışını sağlıklı yürütebilmesi sadece ders çalışma konusuna değinmekle de gerçekleşmeyecektir. Bu konuda ilk olarak anne ve babaların ev kurallarını ve düzenlerini gözden geçirmelerinde fayda vardır. Evimde kurallar var mı ve düzenli miyiz? Bu sorunun cevabı evet ise işimiz daha kolay olacaktır ancak hayır ise ilk olarak bu konuya çözüm bulmak gerekir. Sabah kalkış, kahvaltı akşam yemeği ve sonrasındaki zamanlardaki planlamalarınızı düzenlemeniz faydalı olacaktır. Unutmayın ki hiçbir başarı tesadüf değildir. Belli bir düzen dâhilinde sistematik olarak yapılan çalışmaların sonucundadır. Çocuğunuzun kuralları ve sorumlulukları bildiğinden emin olun. Sizin kuralları netleştirmeniz ve çocuğunuza iletmeniz çok önemlidir. Uyulmadığında ise ceza vermek yerine o davranışın doğal sonuçlarına katlanması veya mahrumiyetler yaşaması hem davranışla ilgili farkındalıklarını arttıracak hem de tepki geliştirme olasılığını arttıracaktır. Ancak bu durumları öncesinde konuşmanız ve iletmeniz çocuğunuzun sonuçları bilmesine ve davranışlarına bu yönde şekil vermesine izin verecektir. Hem eşinizle hem de kendi içinizde tutarlı olmak durumundasınız. Bundan sonra hafta içi ders çalışmadığında hafta sonu telafi etmek için dışarı çıkamayacaksın diyerek bir kural oluşturduktan sonra bunun takipçisi olmak durumundasınız. Eğer hafta içi ders çalışmayan çocuğunuz hafta sonu bunun sonucuna katlanmadığında, hem size inanmayacak hem de bunu sürekli hale getirecektir. Çünkü böyle durumlarda çocuğumuza verdiğimiz mesaj “Söylediğime inanma, istediğini yapabilirsin. Ben söylesem de yapmam” olacaktır. Aynı zamanda karı koca veya çocuğun eğitiminden sorumlu diğer yetişkinlerle de aynı doğrultuda hareket etmek çocuğa düzen sağlayacaktır. Annenin evet dediğine babanın hayır demesi hem çocuğun kafasını karıştıracak, hem anne baba ilişkilerine bakış açısını zedeleyecektir. Bir süre sonrada anneden izin alınacaklar veya babadan saklanacaklar şeklinde şemaları oluşacak ve bu da ilişkilere tümden zarar verecektir. Tüm bunların kararlı ve sabırlı bir tutumla gerçekleşmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Çocuklarımız anne ve babaların aynalarıdır. Ailelerde çocuğunun davranışlarındaki etkilerini görmek zorundadır. Beklide sürekli şekilde çocuğumuzun ders çalışmadığından şikâyet etmek yerine anne baba olarak bu filmde başrol oyuncusu olduğumuz görmek durumundayız. Eğer anne ve babalar tutumlarını ve davranışlarında küçük değişiklikler yaratabilirlerse bunun çocuklarına yansıması çok daha hızlı olacak ders çalışma ile ilgili sorunlarla beraber pek çok sorunu da alıp götürecektir. ( Alıntıdır)

Sen saat kaçta mutlusun?😊


Günün hangi saatinde daha mutluyuz?
Araştırmaya katılan 5447 kişi üzerinde yapılan çalışmalar sonucu, en çok akşamüstü saat 19.00’da mutlu hissediyoruz.
Katılımcılar bu saati ‘romantik dakikaların başladığı’, ‘iş stresinin sona erdiği’, ‘rasyonel düşüncelerin başladığı’, ‘sosyalleşme fırsatının doğduğu’ gibi ifadelerle tanımlıyor.
Esther Guillaume’un önderliğindeki bu araştırma için 20 ülkeden katılımcının yanıtları incelendi.
Neuroskeptic‘te de yayınlanan araştırmada, Amerika’dan bir katılımcı saat 7’de şarap keyfi yaptığını, İtalya’dan başka bir katılımcı o saatlerde pizza pişirdiğini söylüyor. Singapur ve Japonya ise aileleriyle mutlu mesut bir araya geliyor. Araştırma sonucunda insanların saat 7’yi sosyalleşmek, sevdikleriyle bir araya gelmek ve rahatlamakla özdeşleştirdikleri ortaya çıktı

Neden şansın yok ? biliyor musun?

Neden bazı insanlar inanılmaz derecede şanslı iken,diğerleri hakettikleri olanaklara asla sahip olamazlar?
 Bir psikolog,yanıtı buldugunu söylüyor;
 10 yıl önce şansı araştırmaya başladım.neden bazı insanların hep doğru zamanda doğru yerde oldugunu ,diğerlerinin ise sürekli olarak şanssızlıklarla boğuştugunu merak ediyordum. Ulusal gazetelere ilan vererek kendilerini her zaman şanslı ya da şanssız hisseden insanların benimle temasa geçmelerini rica ettim.
 Yüzlerce sıradışı erkek ve kadın araştırmam için gönüllü oldu.Yıllar boyunca onlarla söyleşiler yaptım,yaşamlarını gözlemledim ve deneylere katılmalarını sağladım. Sonuçlar gösteriyor ki insanlar neden şanslı ya da şanssız olduklarını tam olarak bilemeseler de düşünceleri ve davranışları bu durumu büyük ölçüde açıklıyor.Bir şans ya da bir fırsat gibi görünen durumları düşünelim.şanslı insanların bu tür fırsatlarla sürekli karşılaşmalarına karşılık şanssız insanlar bunlarla hiç karşılaşmazlar.Bu durumun insanların söz konusu fırsatları fark etme yetenekleri arasındaki farklılıklardan mı kaynaklandıgını bulmak için basit bir deney yaptım.
 Hem şanslı hem de şanssız insanlara bir gazete verdim ve onlardan gazeteyi iyice inceleyip içinde ne kadar fotoğraf oldugunu bana söylemelerini istedim. Gazetenin ortalarında bir yere üzerinde şu not yazılı olan büyük bir mesaj yerleştirdim. Deney görevlisine bunu gördüğünüzü söyleyin 250 dolar kazanın bu mesaj sayfanın yarısını kaplıyordu ve yüksekliği 5 cm in üzerinde olan bir fontla yazılmıştı. Herkesin yüzünü sabit bakışlarla süzüyordum şanssız insanlar bunu fark edemezlerken sanslı insanlar hemen farkettiler.. Şanssız insanlar genel olarak şanslı insanlardan daha gergindirler.bu endişeli ruh hali beklenmeyeni fark etme yeteneklerine zarar verir.
 Sonuç olarak fırsatları kaçırırlar çünkü başka bir şeyi aramaya aşırı odaklanmışlardır.Partilere,mükemmel eşlerini bulma düşüncesiyle giderler.Bu yüzden de iyi arkadaşlar edinme fırsatlarını kaçırırlar.Belli iş ilanlarını bulmaya kararlı bir biçimde gazeteleri incelerler ve diğer iş olanaklarını kaçırırlar. Şanslı insanlar daha rahat ve açıktırlar.dolayısıyle yalnızca aradıklarını degil orada ne oldugunu da görürler.
 Araştırmam sonuç olarak şunu gösterdi… Şanslı insanlar 4 ilke sayesinde şanslarını yaratırlar. Şans fırsatlarını yaratma ve farketme konusunda beceriklidirler.sezgilerini dinleyerek şanslı kararlar verebilirler.olumlu beklentiler sayesinde doğru çıkan tahminlerde bulunurlar.Şanssızlıgı şansa dönüştüren esnek bir yaklaşım benimserler.Çalışmanın sonuna doğru bu ilkelerin şansı yaratmada kullanılıp kullanılamıyacagını merak ettim.Bir grup gönüllüden bir ay boyunca şanslı bir insan gibi düşünüp davranmaya yardımcı olacak egzersizler yapmasını istedim. Çarpıcı sonuçlar; bu egzersizler şans fırsatlarını fark etmeleri,sezgilerini dinlemeleri,şanslı olmayı ummaları ve şanssızlıga karşı daha esnek olmalarında onlara yardımcı oldu.Gönüllüler 1 ay sonra döndü ve neler oldugunu anlattılar.
 Sonuçlar çarpıcıydı.Bu insanların %80 i artık daha mutluydu,yaşamında daha çok tatmin oluyordu ve belki de en önemlisi daha şanslıydı.sonuç olarak asla akla gelmeyecek şans faktörünü bulmuştum.
 Aşağıda Profesör Wiseman’ın şanslı olmak için önerdiği 4 temel ipucu bulunuyor…
1-İçsel sezgilerinizi dinleyin,normalde doğru çıkarlar
 2-Yeni deneyimlere ve normal rutininizi bozmaya açık olun.
 3-Hergün bir kaç dakikanızı iyi giden şeyleri hatırlayarak geçirin
 4-Önemli bir toplantı ya da telefon görüşmesi öncesinde kendinizi şanslı olarak hayal edin. Şans çogu zaman doğru çıkan bir tahmindir.
 izafet.net

11 Nisan 2015 Cumartesi

Bebeğim Otistik mi?

 Otizmin toplumda görülme sıklığı nedir?
 Otizmin görülme sıklığı son çalışmalarda % 0,2 -0,5 olarak bildirilmektedir. Klasik otizm tanısı almamakla birlikte otistik bozukluk belirtilerinden bazılarını taşıyan bireyler de otistik yelpaze içinde değerlendirildiğinde sıklık % 4’e yükselmektedir. Otistik bozukluk sıklığı cinsiyetler arasında da farklı dağılım gösterir. Erkek çocuklarda bu soruna kız çocuklarına göre 4-5 kat daha sık rastlanmaktadır.
Çocuğunuz neden farklı davranıyor? Otistik olabilir mi?Her “farklı ” olan otistik midir?
Her çocuğun sosyal etkileşim ve iletişim becerileri aynı hızda ve aynı düzeyde gelişmeyebilir. Bu süreçte çocuğun mizacı, zihinsel ve fiziksel gelişimi, çevreden gelen sosyal uyaranların yoğunluğu ve uygunluğu gibi birçok etken rol oynar. Bu etkileşim sonucunda kimi çocuklar yaşıtlarının çoğundan “farklı” olarak nitelenen ilişki tarzları ya da ilgi alanlarına sahip olabilirler. Elbette her “farklı” olan otistik değildir. Ancak çalışmalar ebeveynlerin, özellikle de annelerin “yolunda gitmeyen birşeyler var” hissinin % 80 olasılıkla doğru olduğunu göstermekte. Anne-babalar çocuklarındaki farklılığın onun zihinsel ya da bedensel gelişimini olumsuz etkilediğini, sosyal veya akademik alanlarda zorlanmasına neden olduğunu düşünüyorlarsa bir uzman görüşü almaları yerinde olur.
Gelişim basamaklarına dikkat…
İnsan yavrusu iletişim kurma ve sosyalleşme becerisi ve ihtiyacı ile doğar. Yaşamın daha ilk günlerinde bebek ile dış dünya arasında başlayan ilişki sürekli gelişir ve çeşitlenir. Sağlıklı gelişmekte olan 3 aylık bir bebek insan yüzüne ve sesine ilgi gösterir. 6 aylık bebek keyiflendiğini ya da rahatsız olduğunu yüzü ve bedeni ile ifade edebilir. 8-9. aylarda baş-baş yapabilir, el çırpabilir, heceleri tekrar ederek sesler çıkarabilir. 1 yaşında anne-baba diyebilir, işaret parmağı ile bir cisimi gösterebilir, işaret edilen yere bakabilir. 2 yaşındaki bebek 2 kelimeli basit cümleler kurabilir, taklide dayalı oyunlar oynayabilir. Otistik bozuklukta bu gelişim basamaklarında aksama gözlenir. Bebek bu becerilerilerden bazılarını hiç geliştirememiş olabileceği gibi kimi durumlarda kazanılan becerilerde gerileme, kayıp gerçekleşebilir. Bebeğiniz 6 aylık olduğu halde sizi tanımıyor, gülümsemiyorsa; 1 yaşını geçtiği halde işaret ile göstermiyor, ce-e, fışfış kayıkçı gibi oyunları oynamıyor, anlamlı 1-2 kelime söylemiyor, adı ile seslenildiğinde bakmıyor, göz teması kurmuyorsa; 2 yaşını geçtiği halde oyuncaklarla amaca uygun şekilde taklide ve kurmacaya dayalı oyun oynamıyor, çevresinde olup bitenle ilgisiz görünüyor, bir ilişki ihtiyacı göstermiyorsa gelişim basamaklarında bir sorun yaşandığını düşünmek gerekir. Otistik bozukluğu olan çocuklarda bu gelişimsel aksamaya ek olarak anlamsız el çıpma, sallanma, dönme gibi tekrarlayıcı hareketler de gözlenebilir. Sık rastlanan belirtiler arasında gündelik rutinlerine katı biçimde bağlı olma, değişikliğe aşırı tepki gösterme, dokunma, ses, acı gibi duyusal uyaranlara çok az ya da çok fazla yanıt verme sayılabilir. Bu belirtilerden herhangi birinin çocuklarında bulunduğunu düşünen anne-babaların zaman geçirmeden bir uzmana başvurması önemli. Böylece gelişimdeki sorun ve derecesi belirlenebilir, durumun otistik bozukluğa işaret edip etmediğinin saptanabilir ve uygun tedavi seçenekleri oluşturulabilir.
Çocuk iletişim kurmakta zorlanıyorsa ya da bu gelişim süreci hiç başlamamışsa, akla gelecek diğer olasılıklar nedir?
 Doğumsal sağırlık ya da işitme azlığı, ağır ve tekrarlayıcı epileptik nöbetler, zeka geriliği gibi bazı gelişimsel, psikiyatrik ya da nörolojik durumlar dikkate alınması gereken olasılıklardan.
Otistik çocukların, normal çocuklarla birlikte eğitim almaları (kaynaştırma eğitimi) önemli midir?
 Bu sorunun çocukların hayatları üzerindeki yükünü hafifletmenin yollardan biri elbetteki onları sosyal hayatın olabildiğince içinde tutmak ve hakları olan eğitimi almalarını sağlamak. Bu açıdan kaynaştırma eğitiminin önemi büyük. Ancak otistik bozukluk tanısı almış bir çocuğun ilköğretimde ne tür bir programa dahil edileceği tıbbi olmaktan çok eğitsel bir karar. Bu karar verilirken her bir çocuğun sorunun derecesi, zihinsel kapasitesi, güçlü ve zayıf yanları dikkate alınarak değerlendirilmesi ona en uygun seçeneğin oluşturulmasını kolaylaştırır. Bu süreçte okul, anne-baba ve çocuk işbirliği içinde olması gerekli.
Otizm genetik mi? değilse, çevre faktörleri ve beslenme alışkanlıkları ne kadar etkiliyor?
Otizmde kalıtımsal-genetik etkinin varlığını ortaya koyan çok sayıda çalışma var. Otistik çocukların kardeşlerinde otizm görülme oranı % 3- 8 arasında ki bu oran toplumdaki sıklığın oldukça üzerinde. Tek yumurta ikizlerinde ise bu oran % 60 – 90 arasında bildirilmekte. Sorunun genetik temeline işaret eden bu bulgulara rağmen otizme neden olan mekanizma henüz tam olarak açıklığa kavuşturulmuş değil. Sosyal etkileşim ve iletişim işlevlerinde etkili olduğu düşünülen birden çok gen mevcut.
 Çevresel faktörlerin etkisi ise oldukça tartışmalı bir konu. Aşıların, besinlerdeki katkı maddelerinin etkisi üzerine çok söz söylenmekle birlikte böyle bir ilişkiyi gösteren bilimsel kanıt yok.
Tedavi ve eğitim yaklaşımları nasıl olmalıdır?
Tedavide amaçlanan çocuğun yaşına uygun iletişim becerilerini geliştirmesini sağlamaktır. Bu amaçla sözel ve sözel olmayan iletişim becerilerini geliştirmeye yönelik özel eğitim programları, dil ve iletişim terapileri olabildiğince erken dönemde başlatılmalı. Ailenin çocuğun iletişim tarzını kavramasına ve geliştirmesine yardımcı olacak eğitim ve destek sağlanmalı. Duyuların düzenlenmesine ve bedensel aktivitelere dayalı terapiler, dans ve müzik çalışmaları yararlı olabilmekte. Otizmle birlikte görülen davranış ve dikkat sorunları da yükü ağırlaştıran, eğitime uyumu ve katılımı bozabilen durumlar arasında. . Özetle erken tanı, zamanında ve uygun müdahale ve düzenli takip tedavi sonucunu etkileyen çok önemli faktörler.
ANOV süpervizörü Deniz Onur'a çok teşekkür ediyorum.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Çocuklarınızı bunlardan koruyun!













































































































































































































































































































































































































































Tablet ve Akıllı Telefonların Çocuklara Kaybettirdikleri:
 Sessiz bir ev… Gürültü etmeyen çocuklar… Hiç dağılmamış eşyalar… Mutlu bir anne –baba. Çizdiğimiz bu tablo son derece ideal gibi görünüyor değil mi? Ancak pek de doğal olmamasına rağmen son zamanlarda çocuklu hemen her evde durum bu! Çünkü tüm çocukların elinde ya tablet var ya da akıllı telefonlar. Peki bu durum ne kadar sağlıklı?
Genellikle çocukların koşuşturması, gürültüsü ve birbirleriyle yaptıkları kavgalardan bunalan ebeveynlerin kaçış noktası olan tablet ve akıllı telefonlar, çocukların oynaması gereken oyunların yerini alarak adeta onları sanal bir dünyanın içine çekmeye başladı. Anne babaya bir sakinlik ve dinlenme alanı verse de tablet ve akıllı telefonlar uzun vadede çocuklar için son derece zararlı. Bu yüksek teknolojik aletlerin çocuklara verdiği zarara şöyle bir göz atalım:
 1. Teknolojik aletler, aile içindeki iletişimi azaltır. Çocuğun anne ve babasıyla oyun oynayarak kuracağı iletişim onun duygu dünyası ve ruh sağlığı hayati önem taşır. Anne ve baba yerine teknolojik aletlerle ‘oynayan’ çocuğun ailesiyle paylaşımları azalır. Ki bu da ileride oluşabilecek bir çok sorunun temelinin atılması demektir
 2. Özellikle 6 yaşından önce akıllı telefon ya da tabletle oynayan çocukların öğrenme kapasiteleri ‘sürekli tekrarlayan’ oyun sistematiği sebebiyle zamanla azalıyor.
 3. Daha küçük yaşlarda ise (Örneğin 3-6 yaş arası) beynin nesneleri üç boyutu algılamayı başarması için hamur oyunları gibi geleneksel yöntemlere ihtiyaç var. Bunun yerine teknolojik aletlerle meşgul olan çocuklarda boyut kavramının gelişmesi de gecikiyor.
 4. Uzun zaman dilimlerini bu sanal dünyada geçiren çocuklar, sosyalleşme problemleri yaşıyor ve gerçek dünyada sosyal ilişkiler kuru geliştirmekte zorlanıyorlar.
 5. Teknolojik aletlerle fazla haşır neşir olan çocukların, el becerileri gelişemiyor.
 6. Tüm bunların yanında, sanal ortamlarda çocukların karşılaştığı insanları bilebilmenin ve kontrol edebilmenin zor olması da başka riskleri, taciz, istismar ve dolandırıcılık gibi ihtimalleri de gündeme getiriyor.
 7. Teknolojik oyunlarda çok kolay şekilde ‘kazanmayı’ öğrenen çocuk, gerçek hayatta istediği şeyleri elde etmek için çaba göstermekten kaçınıp aynı kolaylığı arıyor ve elbette bulamayınca ciddi anlamda hayal kırıklıkları yaşıyorlar.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Ertelemekten Kurtulma Yolları

Ertelemekten Kurtulma Yolları:
Yapması gerekenleri sürekli erteleyenlerden misiniz? Yarın mutlaka başlıyorum deyip vakit gelince bahaneler mi buluyorsunuz... Bu yazı tam size göre... İşte uzmanların önerileri:
1-Mükemmeliyetçi düşüncelerinizle mücadele etmek! Düşünsenize ‘bir şeyler yapmış olmak hiç yapmamaktan çok daha iyidir’.
2-Kendinize küçük, anlamlı, gerçekçi hedefler koyarak başlamak. Bir anda çok ilerisini düşünüp büyük ve açık olmayan hedefler koymak yerine daha küçükten başlamak.
3-Hedefinizi çevrenizdekilerle paylaşmak ve böylece eyleme geçmek için elle tutulur bir şeyin varlığını somutlaştırmak.
4-Kendinize teslim tarihi belirleyip bunu görülebilir bir yere not etmek. 
5-Yapmanız gereken bir ödev, görev veya iş varsa, bunu sadece yazmak. Düzeltmelere ya da neleri dahil edeceğinize takılmamak.
6-Aklınızı karıştıran düşünceleri atmaya çalışmak. Aklınıza bir şey takıldığında işinize odaklanmayı bir süre durdurmak.
7-Açık olmak ve arkadaşlarınızdan gelen bölünmelere sınır koymak. ‘Hayır, şu anda uygun değilim’ diyebilmesini öğrenmek.
8-Dikkatinizi dağıtacak olan bir telefon, facebook, e-posta ya da açık bir kapı bile olsa bir süreliğine kapatmak.
9-Günün en enerjik olduğunuz zamanını belirlemek ve o zaman çalışmak.
10- Size en çok enerji veren, sizi en çok motive edem etkinlikleri belirleyip bunu yaptığınız işle bütünleştirmek.
11-Daha önce deneyip başarısız olduğunuz yöntemleri yeniden denememek; bunun yerine daha etkili yöntemler bulmaya çalışmak.
12-Yapmanız gereken uzun işleri 15-30 dakikalık küçük parçalara ayırmak ve aralarda sevdiğiniz şeyleri yapmak.
13-Erteleme günlüğü edinmek. Neleri, ne kadar ve nasıl ertelediğinizi farkedip not etmek.
14-Gün sonunda yaptıklarınızın karşılığında kendinizi ödüllendirmek.

5 Nisan 2015 Pazar

Tıp ve Hukuk Fakültelerine taban puan uygulanacak.

Final Dershanesi Çankaya Şubesi Müdürü Caner Akertek ve Rehberlik Biriminden Melahat Şengül ile sohbetimizden özetler:

Ve en çok merak edilen konu:
 Tıp ve hukuk fakültelerinde taban puanlar ne olur? Eğer devlet üniversitelerine göre bir taban puan belirlenirse vakıf üniversiteleri boş kalmaz mı?..
Belki de YÖK’ü rahatsız eden bu görüntüydü. Tüm önlemler onun için alınıyor! Yeni düzenlemelerle üniversiteler artık çok daha şeffaf hale geliyor.
 Bundan böyle, her üniversite, öğretim kadrosundan belirlediği taban puanına kadar her şeyiyle kendisini adaylara tanıtmak zorunda kalacak.
üniversiteler arasındaki donanım farkı da çok net ortaya çıkacak. Örneğin yeterli öğretim kadrosuna sahip olmayan üniversiteler, artık istedikleri kadar öğrenci alamayacaklar, master ve doktora yapmalarına sınırlama getirilecek.
 En önemlisi de kadrolu öğretim elemanlarını, tercih kılavuzunda yayınlamak zorunda kalacaklar.
 Taban puanı uygulaması ise iyi üniversitelerle vasat üniversiteler arasındaki  farkı çok net ortaya koyacak.
 Örneğin YÖK bu yıl, tıp ve hukuk fakültelerine bir taban puan getirecek. Örneğin bu 400 olabilir. Ama isteyen üniversite, ben puan skalasını 470'e çıkartıyorum da diyebilecek. Eskiden olduğu gibi herkes her fakülteye başvuramayacak.
 Sadece o fakültenin taban puanını aşanlar, o fakülteleri tercih edebilecekler. Ama tercih etmek de yetmeyecek, kontenjan sınırındaki en yüksek puan diliminde yer almaları gerekecek... Peki bu yıl için tıp ve hukuk için getirilen taban puanı uygulaması, önümüzdeki yıllarda diğer fakülteleri de içine alabilecek mi?
 Büyük ihtimalle alacak.
Bu düzenlemeleri ben oldukça yararlı buluyorum.
Programıma katıldığınız için çok teşekkür ediyorum...
TRT Kent Radyo
Gülay Altınbaş

 

4 Nisan 2015 Cumartesi

ilişkide mutsuzluk nedenleri.

Duygusal Yoksunluğa sahipseniz ilişkilerinizle ilgili şu tür yaşantılarınız olabilir:
Eşinize karşı ihtiyaçlarınızı dile getirmezsiniz. Ya onun sizi anlamasını beklersiniz (ki bu gerçekçi bir beklenti değildir) ya da siz dile getirdikten sonra yapılanların bir anlamı olmadığını düşünürsünüz.
Ne hissettiğinizi eşinize anlatmadan onun duygularınızı anlamasını beklersiniz. Eşiniz tarafından anlaşılmadığınızda ise hayal kırıklığı yaşarsınız. Bu hayal kırıklığı eşinize küsmenize ya da öfke duymanıza yol açabilir.
Duygusal anlamda çok güçlü olmaya çalışırsınız, Kendinize, eşinizin sizi koruyacağı veya yönlendireceği kadar bile “incinebilir” olma izni vermez, duygusal acı ile aranıza duvar örersiniz.
Duygusal ihtiyaçlarınız giderilmediği için kızgın ve ısrarcı davranışlarınız olabilir. Bu durum eşinizin size yeterinde duygusal destek sunmamasından kaynaklanabileceği gibi sorunlarınızı eşinizle paylaşmamış olmanızdan da kaynaklanabilir.
Size yeterince ilgi göstermediği için eşinize suçlayıcı davranabilirsiniz. Suçlayıcılık ve eşinizin buna vereceği olumsuz tepki ilişkinizi zamanla çıkmaza sokabilir.
Bazen uzaklaşır, kendi içinize kapanır(ya da kaçar), ulaşılmaz olursunuz. Bu durum eşinizin de sizden uzaklaşmasına yol açabilir ve ilişkiniz kopabilir.
Gideremediğiniz duygusal ihtiyaçlarınızı fiziksel şikayet, ağrı, can sıkıntısı vb. olarak dile getirebilirsiniz. Ancak bu yolları bilinçli olarak değil bilinçdışı olarak kullanırsınız.
Çiftler arası ilişkilerde sıklıkla beklentilerin karşılanmaması, iletişim güçlükleri, ilgisizlik, kıskançlık, sadakatsizlik, duygusal/fiziksel ya da cinsel istismar, cinsel hayatla ilgili sorunlar, anlaşılmama hissi, aile büyüklerinin müdahaleleri, çocuk yetiştirme tutumundaki ayrılıklar gibi bileşenler sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Genellikle birden fazla etmen sorun alanını oluşturmakta ve çiftler çözüm noktasında tıkandıklarını hissettiklerinde profesyonel yardıma yönelmektedir. Ancak bunun dışında eş seçimi ile ilgili kararsızlıklar ve maalesef kronikleşen sorunlar neticesinde ayrılık - boşanma noktasında yapılan başvurular da nadir değildir.
Özellikle iletişim sorunları ve birlikte geçirilen zamanın darlığı hem diğer sorunları da beraberinde getirebildiğinden hem de en sık yaşanan güçlükler arasında olduğu için önem arz etmektedir. İletişimdeki bozulmalar bazen tamamen iletişimin kopukluğu olabildiği gibi bazense iletişimin sağlıksızlaşması olarak kendini göstermektedir. Özellikle kazan-kaybet mücadelesine dönüşen tartışmalar, suçlayıcı ve yargılayıcı bir dil kullanılması ve öfke kontrol güçlükleri iletişimde ciddi bozulmalarla sonuçlanmakta böylece hem sorunlar kronikleşebilmekte hem de eşler giderek birbirinden uzaklaşabilmektedir. Sağlıklı bir ilişkinin temelinde ise sağlıklı ve güçlü bir iletişim yer alır. Sorun ve beklentilerin somutlaştırılması, duyguların ifadesi, kaliteli zaman geçirmek var olan sorunların çözümünde önemli rol oynamaktadır. İlişkinin hangi aşamasında olunursa olunsun yaşanan kararsızlık ve problemler için uzman yardımına başvurmak hem aile sistemi içindeki her birey için sıkıntıların azaltılması hem de ilişkilerin daha sağlıklı ve güçlü olması adına koruyucu bir rol oynamakta ve oldukça etkili sonuçlar verebilmektedir

3 Nisan 2015 Cuma

Mutluluğun Formülü nedir?


Mutluluğun formülü olur mu?” demeyin. Bilim adamları uzun çalışmaların ardından, bizi nelerin mutlu ettiğini bir formül haline getirdiler. Bu formül etkili olabilir, ancak ben danışanlarıma bilimsel formüller ve kesin doğrulardan daha basit bir yol öneriyorum.

Pozitif psikoloji üstadı Martin Seligman mutluluğun pek çok değişkene bağlı olduğunu ortaya koydu. Bu değişkenler arasında sosyal ilişkiler, kendini gerçekleştirme ve karakterimizin güçlü yanlarını besleme gibi maddeler var (inanmayacaksınız belki ama para bu değişkenler arasında yok!).  Pozitif psikolojinin bulgularının kesinlikle bilimsel ve etkili olduğuna şüphem yok. Ancak kendiniz için doğru değişkenlerin neler olduğunu bulmak ve bunları uygulamak çetrefilli bir yol olabilir. Peki ne yapmalı?
Ufacık bir an bile olsa hayatınızda mutlu olduğunuz zamanlar mutlaka vardır. Hatta bu yazıyı genel olarak mutsuz olduğunuzu düşünerek okuyor olsanız bile hayatınızda iyi giden birşeyler mutlaka vardır. İşte en büyük ipucumuz bu! İyi giden şeyleri bulun ve çoğaltın. Sonuç olarak yine yukarıda anlattığım formüle ulaşacaksınız ama daha kestirme bir yoldan.
Danışanlarıma ilk seans sonrasında genellikle şöyle bir öneride bulunurum:
"Hayatınızda kötü giden şeylerin neler olduğunu çok iyi biliyorsunuz, peki ya iyi giden şeyler. Bunlar böyle iyi.. Kesinlikle değişmemesini ve böyle kalmasını istiyorum dediğiniz şeyler? Bir sonraki seansa kadar bunlara odaklanın ve bunları fark etmeye çalışın."
Bu basit önerinin, insanların hayatlarında ve sorunlarını çözmelerinde ne kadar etkili sonuçlar doğurduğuna inanamazsınız. Aslında yaptığımız şey basit: soruna odaklanıp bunu nasıl çözerim demek yerine, iyi olana odaklanıp bunu nasıl çoğaltırım diyoruz.
Aslına bakarsanız son zamanların moda kavramı olan pozitife odaklanmak dediğimiz şey tam da bu işte. Yoksa başımıza gelen her sorunu, Polyanna misali iyiye yormanın bize hiçbir getirisi yok.
Bir gün boyunca "Bugün neler bana kendimi iyi hissettiriyor?"  sorusuna cevap aramayı denediniz mi hiç? Deneyin! Bence pişman olmayacaksınız :-) En azından kaybedeceğiniz hiçbirşey yok, değil mi
Psikolog Tarık Gandur 'a çok teşekkürlerimle... TRT Kent Radyo sohbetimizden...

Kardeşler kavga ettiğinde ne yapmalıyız?

Uzman psikolog Pınar Gandur ile TRT Kent Radyo'da sohbetimizden:
KARDEŞLER KAVGA ETTİĞİ ZAMAN NELER YAPMALIYIZ?
Ψ Birbirlerine ya da çevrelerine zarar vermedikçe, çocuklarınızın kavgalarına karışmayın. Durum çıkmaza girerse, öncelikle çocuklarınızın öfkesini  kabul edin.
Ψ Çocuklarınızı dikkatle dinleyin ve onlara geri bildirim verin.  Onların sorunlarını çözebileceklerine emin olduğunuzu, onlara güvendiğinizi söyleyip odadan ayrılın. Kendi başlarına bir çözüm bulamazlarsa, bulmalarına yardım edin. Eğer birbirlerini incitiyorlarsa, “çok öfkeli olduğunuz belli” diyerek onları ayrı odalara yönlendirip, bu konuyu daha sonra konuşabileceğinizi söyleyebilirsiniz.
Ψ Diğer bir yanlış yaklaşım tarzı “Neden kavga ediyorsunuz?” sorusudur. Bu yapılan hatanın haklı sebepleri varsa tekrar edilebileceğini söylemek olur.
Ψ Dikkatinizi hemen, sorun yaratan çocuğa yöneltmek yerine, zarar gören çocukla ilgilenmek, kardeşi “mağdur, ezilen” olarak nitelendirmemek gerekir.
“Kim başlattı?” sorusunu sormaktan kaçınılmalıdır. Çünkü olayı kimin başlattığını öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına neden olur. Her bir çocuğun kavganın çıkmasında aynı derecede suçlu olmasından yola çıkarak sonuçlarına eşit derecede katlanmaları sağlanmalıdır.
Ψ Kimi anne babalar  kavgada haksız tarafı bulmak ve adil davranmak için mahkeme kurar. “Önce sen anlat bakalım, kavga nasıl başladı?” Daha biri anlatmaya başlar başlamaz  diğeri lafa karışarak savunmaya geçer, derken bir ağız dalaşı sürer gider. Baba veya anne de kızarak her ikisine birden ceza verir.  Tabi bu da çözüm getirmez, çünkü bir taraf hak etmediği halde ceza alarak haksızlığa uğramıştır. Çocukların aralarındaki hakem olmayın. Çocuklar, anne-babalarının kavgalarına karışmasında onların diğer tarafı tuttuklarını düşünürler. Bu da rekabetin artmasından başka işe yaramaz. Kavgayı kimin başlattığıyla ilgilenmeyin. Bunu öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına yol açar. Kim başlatırsa başlatsın sonuçlarına birlikte katlanmaları gerektiğini  hatırlatın.
Ψ Çocukların kavgalarında hakem rolünü almayın. Anne-babalar çocukların tartışmalarına katıldıkları zaman çocukların her biri ana babasının diğerinin tarafını tuttuğunu düşünür. Büyük kardeş ana babanın koruyucu desteğini sağlayabilen küçük kardeşe kızgınlık duymaya başlar. Ana baba ne kadar tarafsız olmaya çalışsa da işe yaramaz.
Ψ Anne babalar genellikle  küçüğü korumak, büyükten anlayış göstermesini istemek gibi yanlış bir yaklaşımda bulunurlar.  Küçük de bunu kullanarak en ufak bir anlaşmazlıkta basar çığlığı : “Anne ağabeyim (ablam) bana vurdu!” Anne de büyüğe bağırır : “Sana kaç defa kardeşine vurma dedim. Büyüksün biraz anlayış göster!” Genellikle küçük çocuk büyükle yarış halindedir, onun buyruğu altına girmek istemez. Büyüğe güç  yetiremediğinde  ezilmişlik rolü oynayarak anne veya babayı yardıma çağırır. Destek bulduğu zaman kavgayı kızıştırmaktan geri durmaz. Çocuklar çok ileri gitmediği müddetçe kardeş kavgalarına karışmamalıdır. Anne ve babanın arka çıkmadığını gören haksız taraf  diğeri ile anlaşma yoluna gider.
Ψ Bu nedenle kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde  onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın.
Ψ Çocukların kavga etmelerine mümkün olduğunca izin verilmemelidir. Çünkü çocuklar kavga ettikçe deneyim kazanırlar. Kavga ettiklerinde de seçenekler sunulabilir ya da iyi geçinme kuralları koyulabilir. Böylece kavga ettikleri ve iyi geçindikleri zaman sonucun ne olacağını bilirler. ( “İyi geçinirseniz ev kuralları dahilinde istediğinizi yapabilirsiniz. Kavgayı kim başlatırsa başlatsın önemli değil. Ya iyi geçineceksiniz ya da lunaparka gitmeyeceksiniz.” gibi… )



ÖVGÜ ETKİLİ MİDİR?
Ψ Olumlu davranışlara odaklanmak çok önemli. Özellikle çocuğun yaşı büyüdükçe, yaptığı olumlu davranışları kanıksar, “zaten sorumluluğu yapmak zorunda artık” diye düşünerek olumlu geribildirim vermeyiz. Bu yüzden çocuğumuza övgü kullanmazken, sürekli azarlıyor, eleştiriyor, yargılıyor konumunda oluruz.  Çocukların yaptıkları olumlu davranışlara dikkat edip, onları öne çıkarmalıyız. Övgü alan davranışların sayısı artarken, olumsuz davranış sayısı azalacaktır. Övgü en etkili kozdur. Kavga ettikleri zamanlarda duymazlıktan gelmek, iyi geçindikleri zamanlarda da övgü ile “iyi geçindiğiniz için teşekkür ederim” veya “ne kadar iyi anlaşıyorsunuz” gibi cümleler söyleyin. Bu durumda iyi geçinme konusunda çocuklarınızı yüreklendirmiş olursunuz.
Ψ Çocuklara “Kavga etmeyin!” demek çok etkili değildir. Bunun yerine çocuklar iyi geçinme konusunda yüreklendirilmelidir. “Ne kadar iyi anlaşıyorsunuz!” gibi cümleler çocuğu yüreklendirir.
Ψ Çocuklarınızı iyi geçinme konusunda yüreklendirin ve paylaşmayı öğrenmesine yardımcı olun. Çocuğun daha küçükken paylaşmayı öğrenmeye başlaması kardeşi olduğunda çok fazla bocalamasını engelleyecek, paylaşamamaktan doğan çatışmaları azaltacaktır.
Ψ Kardeşler arasındaki kıskançlık ve geçimsizlik ne kadar yoğun olursa olsun, ayrı kaldıklarında birbirlerini çok özlerler. Bu durum, ilişkilerinin bazen çok bozuk olduğunu düşünseniz de aslında birbirlerini çok sevdiklerini açıklar

2 Nisan 2015 Perşembe

Depresyonun Sonuçları

İnsanın bedensel, zihinsel, duygusal ve davranışsal boyutlarında dengesizlikler ve bozulmalar yaratan klinik depresyon kısa sürede tedavi edilmediği durumlarda birey, aile ve toplum yaşamını çok ciddi boyutlarda etkileyen bir sorundur. Kişi hem kendi ihtiyaçlarını, hem çevresindekilerinin ihtiyaçlarını fark etmekte, onlara uygun cevaplar verebilmek açısından kaynaklarını, fırsatlarını ve risklerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmekte başarısız olmaktadır. Hem depresyonu yaşayan kişinin, hem ailesinin hem de sosyal çevresinin olumsuz bir şekilde etkilenmesine ve maddi, manevi kayıplara neden olan depresyonun belli başlı etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz:
• Bireyin kendisinin ve ailesinin yaşam kalitesinin bozulması, çeşitli yeti kayıpları.
• Evlilik ve ilişkide sorunlar, boşanmalarda artış.
• Cinsel yaşamda sorunlar.
• Aile, sosyal ve çalışma hayatında uyumsuzluklar.
• İşgücü ve üretimde (özellikle birey ve ailesi açısından) kayıplar.
• Sağlık harcamalarında artış.
• Alkol ve madde kullanımına yönelme ya da kullanımında artış.
• Fiziksel hastalıkların iyileşme sürecinde gecikme ya da yeni hastalıkların ortaya çıkması.
• Ağır depresyon durumlarında intihar girişimleri ve yaşam kayıpları.
Psikolog Cem Aslıturk 'e programıma katıldığı için çok teşekkür ediyorum.

Depresyon belirtileri nelerdir?


Gündelik hayatta yaşadığımız çeşitli sıkıntıların ve gerilimlerin ortaya çıkarttığı geçici bazı duygu durumları depresyon belirtileri ile aynıdır. Ancak bunların yaygınlığı ve sürekliliği klinik depresyonda gözlendiği gibi değildir. Klinik depresyonun tanılanması psikiyatri hekimleri tarafından çok sayıda verinin, kendi mesleki deneyimleri ve çeşitli tanı kriterlerine göre değerlendirilmesiyle yapılacaktır. Bir psikolog ile görüşüyorsanız sizi bilgilendirebilecek ve gerektiğinde yönlendirebilecektir.
Depresyonun zihinsel, duygusal, bedensel ve davranışsal boyutta ortaya çıkarttığı bazı belirtilerini aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.  Depresyonda üç-beş belirtiyi bir arada görürüz. Bununla birlikte  aşağıdaki belirtilerden 1 tanesi 2 haftadan uzun bir süre gözlemlendi ise bir uzman ile görüşmenin zamanı gelmiştir.
• Sıkıntı, bunalma ve daralma hissi.
• Uykusuzluk, uykuya dalamama, yataktan çıkmak istememe.
• Ölme isteği, intihar düşünceleri ve girişimleri.
• Aşırı duygusallık, alınganlık, güvensizlik ve kıskançlık duyguları ile sürekli ağlama isteği.
• Baş, boyun, göğüs ağrıları, nefes alamama ve mide, bağırsak şikayetleri.
• Vücutta yanma, ateş basmaları, bayılma ve kasılma nöbetleri.
• Yaşamın anlamsızlığı duygusu.
• Sinirlilik, gerginlik, sabırsızlık ve tahammülsüzlük.
• Halsizlik, bitkinlik, enerji eksikliği, çabuk yorulma.
• Özgüven duygusunun azalması, değersizlik duygularının artması.
• Hiç kimse tarafından anlaşılmadığı, sevilmediği, istenmediği hissi.
• Hiçbir iş yapmak istememe, her şeyi gözünde büyütme ve erteleme duygusu.
• Sevdiklerini, yakınlarını kaybetme korkuları.


• Mutsuzluk, üzüntü, keder duyguları. Daha önce keyifle yaptığı ilerden zevk alamama.
• Yaşlılarda terk edilme, sevilmeme, yalnızlık ve işe yaramama duyguları.
• Genel bir isteksizlik.
• Unutkanlık, dikkatini toplayamama.
• Sürekli takıntılı düşünceler, saplantılar.
• Cinsel isteksizlik, ereksiyon olamama ya da orgazm olamama.
• İştah ve kilo kaybı ya da aşırı iştah nedeniyle kilo olma.
• Sigara, alkol kullanımın artması ve madde kullanımına yönelme.
• İnternet kullanımı, bilgisayar oyunları ya da kumar oynamada artış.
• İçe kapanma, evden, yakınlardan, her şeyden uzaklaşma isteği.
Psikolog Cem Aslıtürk
Programıma katıldığı için çok teşekkür ediyorum.

Evlilik öncesi karar süreci

İSMER Psikolojik Hizmetler Aile Danışma Merkezi kurucusu Psikolog Pınar Ersöz Tezer ile TRT Kent Radyo'da yaptığım sohbetimizden:
Evlilik Öncesi Karar Verme Süreci
Dış etkenlere açık ve belirsizliklerle dolu olan evlilik öncesi süreçte tereddütlü olmak beraberinde bir takım sıkıntıları getirir. Karar verirken sevginin birinci planda tutulması her zaman sağlıklı olan değildir. Önemli olan benzerlikler ve farklılıkların tanımlanması ve ortak yönlerin değerlendirilmesidir. Sağlıklı olan kararın alınması noktasında uzmandan yardım almak oldukça önemlidir.
Evliliğe Hazırlık

Evliliğe ne kadar hazırsınız? Evlilik çağında olabilirsiniz, karşınızdaki kişiyi seviyor olabilirsiniz ancak tüm bunlar psikolojik açıdan evliliğe hazır olduğunuz anlamına gelmez. Evliliğe hazırlık çaba ve emek gerektirir. Doğru kişinin seçimi, doğru zamanda doğru yapılan girişimler evliliğin ileriki süreçlerini de belirler. Bu sebeple karşılıklı iki tarafında evliliğe hazır olması o evliliğin temelleri sağlamlaştırır. İhtiyaç ve beklentilerin açıkça ifade edilmesi, karşılıklı konuşulması evlilikte doyum için gereklidir. Evliliğe hazırlık sürecinde yaşanan tartışmalar, kararsızlıklar, anlaşmazlıklar, gerginlikler ilişkiyi olumsuz etkiler. Gerekli durumlarda uzmandan yardım almak hem yaşanan sürece hem de ilişkiye olumlu katkı sağlar.
Evlilik Öncesi Danışmanlık
Evlilik öncesi kişilerin birbirlerini daha iyi tanımaları, kişisel ve ortak hedeflerini belirlemeleri, açık ve etkili iletişim biçimlerini öğrenmeleri, problem çözme becerilerini edinmeleri doyum sağlanan evliliğin ön koşuludur. Evlilik öncesi danışmanlıkta çiftlerin, var olan sorunlarını, yaşanan süreç ile ilgili problemlerini, alınması gereken sorumlulukların yarattığı korkularını, evlilikte oluşabilecek sorunların endişelerini karşılıklı olarak paylaşması ve bunlarla nasıl baş edilebileceğinin öğrenilmesi amaçlanır. Problemlerin çözümü, iletişim becerileri, iş bölümünün yapılması, bütçe düzenlenmesi, cinsellik, alışkanlıklar, arkadaşlar evlilik öncesi danışmanlıkta çalışılan başlıca konulardır. Çiftler seansa birlikte katılırlar. Asıl hedef, çiftlerin karakterlerine ve kişiliklerine göre çözüm yolları bulmaktır. Böylece çiftler evliliğe giden bu yolda daha mutlu ilerlerler.
Evlilik ve Aile Sorunları
Evlilik, beraberinde getirdiği sorumluluklar ve oluşan yeni düzen içinde bazı sorunları da barındırır. Uzun süren evliliklerde rutinde oluşan problemlerin dışında eşler arasında oluşan güven kaybı, iletişimin azalması, sözlü ya da fiziksel şiddet, çocuklarla ilgili sorunlar, gebelikte yaşanan sorunlar, cinsellikte yaşanan problemler, maddi sorunlar, ebeveyn ve çocuk arası iletişim problemleri, ailede yaşanan kayıplar, hastalıklar, ikinci evliliklerde yaşanan problemler başlıca evlilik ve aile sorunlarıdır. Olumlu başa çıkma stratejisi ve problem çözme becerisi olmayan çiftlerin ilişkileri bu sorunlarda tökezler ve bu noktada hem sorunlarla başa çıkmak hem de ilişkiyi daha iyi bir seviyeye taşımak için aile danışmanlığı konusunda yardım almak gerekebilir.
Pınar Hanım 'a programıma katıldığı için çok teşekkür ediyorum...

Depresyon Nedir?



Depresyon Nedir?Depresyon sözcüğü sıklıkla, gündelik yaşamda çeşitli nedenlerle ve duruma bağlı olarak ortaya çıkan geçici üzüntü, keder, karamsarlık ve isteksizlik gibi olumsuz ruh hallerini ifade etmek için kullanılabiliyor.  Ancak
depresyon teknik bir kavram olarak, belirli bir süreklilik içinde bedensel, zihinsel, duygusal ve davranışsal boyutlarda deneyimlenen klinik bir tabloyu ifade eder. Üzüntü, keder, karamsarlık, isteksizlik, mutsuzluk gibi bazı depresyon belirtileri, çoğu kez, yaşamdaki kayıplar nedeniyle yaşanabilen geçici, olağan duygulardır.

Toplumdaki bireylerin %15-20’sinin, hayatlarının belirli bir döneminde depresyonla karşılaştıkları ve kadınların depresyon yaşama riskinin erkeklere göre iki kat daha fazla olduğu biliniyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, ülkemizdeki her beş kadından biri hayatının bir döneminde depresyona yakalanırken, 7-8 erkekten birisi depresyonla karşılaşıyor.
Dünya Sağlık Örgütü, klinik depresyonun, 2020’lerde insan sağlığını etkileyen en önemli hastalıkların ikinci sırasında yer alacağını öngörüyor.
Programıma katıldığı için Psikolog Cem Aslıtürk'e çok teşekkür ediyorum.